Harfler soyunmuş yeni bir cennetin kokusuna
İsminden sonra gelen hiçbir heceye yüz çevirmiyor
Ellerin bu yeni cennete yasal elmalar taşıyor
Derimin içinde çürüyen sessizlik
Yeryüzünde bir baş ağrısı başlatıyor
Kovulmuşuz aynı hikâyenin iki şehrinde
Aynı ağızdan nefes aldıkça küçülen İki insan
Ağzımız kayboluyor zamanın bozuk sularında
Kendisinden başkası olmayan toprağı da irkiltiyoruz
Sarıyoruz bir çiçeğin gövdesini hüzünlü dudaklarımızla
Ağzımız kurudukça kelebeğin ömrüyle öpüyoruz bir avuç toprağı
Ölüm yorulmuş artık eski suya çağrılmaktan
Suyun uykusunda bir çocuk
Çölüne kavuşmuş çocuğun da uykusunda bir ana
Artık yaşadığımız sırra
Yaşayamadıklarımız da sırrın göbeğine çekiliyor
Kulaklarımız sağır bir yelkene boyanmış gibi kaskatı
Mavi bir sırra bahçeler konduruyor baba
Ölümü dilsiz nefesiyle çağırıyor anne
Kendine dönüşüyor bütün sırlar
Suyun üstündeki resme dokunmuyor tanrı
Isır ellerinle taşıdığın bütün yazgıları
Taşında bir sırrı vardır çatladığında üzerine tarih yazılır
Geriye dön ve seslen kaderin seçilmemiş çocuklarına
Bir inceliği saklıyor gibi gözleri simsiyah mermerlerle kaplı
Dağların kızıl serinliği henüz kirli seslere bulaşmamış
İnandım eski sözcüklerle gelen varlığımın tortusuna
Kabukları soğumuş yarayı uyuşturan o sözcükler
Bizi aynı hendeğe bağlayan duaların bekçileri
Kapanmayan bir kapıdan içeri asmışlar beni
Kendini ruhumun kaburgası sanmış
İnanmamış ağzımızla ısırdım elmayı
Söyle ellerimin sancılı varlığı
Böyle bir yaraya hiç “hiçlik” sığar mı?
Turan Aydan
